2 Ocak 2008 Çarşamba

Hoca Ali Rıza

1858 yılında Üsküdar'da doğduğu için sanat tarihimize Üsküdar'lı Hoca Ali Rıza adıyla geçmiştir. Süvari binbaşısı Mehmet Rüştü Bey'in oğludur. Rüştiyedeki öğrenciliği sırasında resim derslerindeki yeteneği ile dikkat çeken Hoca Ali Rıza, resim derslerini Osman Nuri Paşa, Süleyman Seyyid Bey ve Kez'den almıştır. 1884'te teğmen olarak Harbiye'yi bitiren genç ressam, bu yüksek okula resim öğretmeni olarak girmiştir. Onun bu dönem resimlerinde ve daha sonraki yıllarda, doğup büyüdüğü Üsküdar ve Karacaahmet'in sessiz köşelerini, kıyı kahvelerini ve güneşli kayalıklarını tercih ettiği görülür. Tek başına bir "okul" etkinliğiyle çok sayıda öğrenci yetiştiren Hoca Ali Rıza, resim derslerinde kullanmak üzere desen albümleri hazırladı. İkinci Meşrutiyet'ten sonra kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nde başkanlık yaptı. Yurtdışına çıkmamış ressamlarımızdandır. Harbiye'de çalışırken bir ara İtalya'ya resim öğrenimi için gönderilmesine karar verildiği halde, Napoli'deki bir kolera salgını buna engel olmuştur. Berlin üniversitelerinin kendisi ile ilişkiler kurmak için çabaladığı bu ünlü sanatçımız kurşunkalem çalışmalarında kurallar kurmuş bir üstattır. Bugün Hoca, Türk Resim Sanat Tarihi'nde eşine rastlanmayan bir değer olarak kabul ediliyor. Aşık olduğu tabiatın içine girip resimler yaparak ömrünü tamamlamıştır. Her sabah şafakla birlikte kalkar, Üsküdar'ın ve Boğaz'ın zenginliklerle dolu tepelerine tırmanır bir kaya parçasından, bir yelkenliden, bir fıstık ağacı siluetinden, bir İstanbul ahşap evinden bin bir renk manzumesi ile şaheserler yaratırdı. Hoca için realizmin en zengin temsilcisi diyebiliriz. Hoca yaşadığı çağın üstünde bir sanat anlayışına sahipti. 1930 yılında ölen Hoca Ali Rıza'nın mezarı Üsküdar Karacaahmet'tedir.

Hamdi, Osman

Osman Hamdi Bey ,ressam,arkeolog,müzeci.batılı anlamdaki Türk resminde figürü kullanan ilk ressam,ülkedeki ilk resim eğitim kurumunun ve ilk arkeoloji müzesinin kurucusudur.30 Aralık 1842 de İstanbul’ da doğdu, 24 şubat 1910 da aynı kentte öldü. Babası hariciye nazırlığı, Belgrat, Viyana, Berlin büyükelçilikleri ve sadrazamlık görevlerinde bulunmuş olan İbrahim Edhem Paşa idi(1818-1893). Osman Hamdi Bey daha ortaöğretimi sırasında resme ilgi duydu. 1857’ de babasının isteğiyle hukuk öğrenimi yapmak üzere Paris’e gitti. Ancak bir süre sonra hukuktan çok güzel sanatlarla ilgilenmeye başladı. L’école des Beaux-Arts’ a girdi, ayrıca arkeoloji derslerine de devam etti. Öğretmenleri, dönemin tanınmış ressamları Jean-Léon Gérome (1824-1904) ve Gustave Boulanger (1824-1884) idi. Bu arada 1867’ deki Uluslararası Paris Sergisi’nde bir resmi sergilendi ve bir madalya kazandı. 1869’da İstanbul’a döndü. Bağdat’a atanan Midhat Paşa ile birlikte giderek orada vilayet umur-u ecnebiye müdürlüğü görevini üstlendi. Bu görevin yanı sıra resim yapmaktan da geri kalmadı. 1871 de İstanbul’a dönünce Saray’ da teşrifat-ı hariciye müdürü muavini oldu.1873’ teki Uluslararası Viyana Sergisi’nde Osmanlı Devletinin baş komiseri olarak görevlendirildi. 1875’de de devletin sergi genel komiseri oldu. Aynı yıl umur-u ecnebiyye katipliğine atandı. 1878’de bu görevinden çekilerek resimle uğraşmaya başladı.1881’ de , kuruluş aşamasındaki Müze-i Hümayun’un (İstanbul Arkeoloji Müzesi) Alman müdürü Anton Dethier (1804-1881) ölünce Osman Hamdi Bey onun yerine atandı.Bir yandan yaklaşık bir yıl önce yaklaşık bir yıl önce Çinili Köşk’e taşınmış olan bu kurumu düzenlemeye girişirken, bir yandan da zengin bir kitaplık oluşturdu. 1882 de , kurulması kararlaştırılan sanayi-i nefise mektebinin (sonra güzel sanatlar akademisi ve bugün Mimar Sinan Üniversitesi.) müdürlüğü de ona verildi. Okul, Çinili Köşk’ün yanında yapılan ilk binasında (bugün Şark Eserleri Müzesi) 2 mart 1883’te eğitime başladı.Açıldığında 20 olan talebe sayısı iki yıl içinde 60 ı geçti. Osman Hamdi Bey bu arada yabancı arkeologların Anadolu’da sürdürmekte oldukları kazılarla da ilgilendi.1882 de Çanakkale’ye giderek H.Schliemann’ın Troya da yaptığı kazıyı denetledi.1883’de Adıyaman’daki Nemrut dağında araştırma yaptı.1884’de C.Humann’ın Bergama gezisini denetledi.1887 de Sayda’ da (Günümüzde Lübnan sınırları içindedir ) 1891-1892 yıllarında da Milas yakınlarındaki Legina’ da kazılar gerçekleştirdi.Bu arada Fransız mimar Valaury’e çinili köşkün karşısında yeni bir müze yapılması görevi verilmişti. Yapı Osman Hamdi Bey’in müdürlüğü sırasında 1891 de bitirilerek açıldı. Osman Hamdi Bey 1903 ve 1907 de iki bölüm daha ekleterek müzeyi bugünkü haline getirdi. 1909 da çıktıgı bir yurt dışı gezisinde rahatsızlandı ve bunun neticesinde 1910 da hayatını kaybeti.Osman Hamdi Bey, Türk resim sanatının Batı resmine yönelmesinin öncüsüdür. Paris’ deki ilk resimlerinde Fransız Romantizmi’nden etkilenmiştir.Kısa süre sonra öğretmenleri Gérome ve Boulanger’den etkilenerek onlar gibi oryantalist anlayış doğrultusunda çalışmaya başlamış, bütün sanat yaşamı boyunca da bu tutumunu sürdürerek Doğu temalarını izlemiştir. Fransa da bulunduğu yıllarda ilerici resim akımı İzlenimcilik’e (empresyonizm) yakınlık duymamıştır.Ancak batılı oryantalist ressamlar, konularını kafalarındaki Doğu imgesi ve Doğu üzerine işittiklerine dayanarak betimlerken, o yakından tanıdığı çevre ve insanları daha gerçeğe uygun işlemiştir.İnsan figürünün Batılı anlamdaki Türk resmine girmesi, Osman Hamdi Bey ile olmuştur. Onun kendi kuşağı, yani Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyit gibi ressamlar, onları izleyen ve “primitifler” adıyla bilinen Yıldız Sarayı bahçesi ressamları insan figürünü kullanmamışlar, daha çok yapı, natürmort ve manzara gibi konulara yönelmişlerdir. İnsan figürünü bir resim sorunu olarak irdelemeye ancak sanayi-i nefise mektebinin ilk mezunları başlamışlardır.Osman Hamdi Beyin kompozisyonlarında ana tema genellikle insan figürleridir.Bunların arka planında ise cami türbe gibi geleneksel Türk mimarlığının iç ve dış mekanları betimlenmiştir.Figürlerin cansız, mankene benzer duruşları kompozisyon endişesinden ileri gelir.Mimarlık öğelerindeki yatay ve dikey çizgileri , bu figürlerin pozlarında da görmek mümkündür.Ayrıntılar minyatürcü bir titizlikle işlenmiştir.Yer yer kullanılan yazılar Kurandan alınmış gerçek ayetlerdir ve yapıların sağır yüzeylerini hareketlendirir.Bu yazıların yanı sıra çiniler, kalem işi süslemeler, sedef kakmalı rahleler, şamdanlar, kandiller, mumlar, halılar ve benzeri süsleme öğeleri de resimsel mekanda bütünlüğü sağlar.İnsanların üstlerindeki cüppe, kuşak, sarık gibi Doğuya özgü giyim eşyası, İstanbul dan çok Irak Suriye gibi Arap ülkelerinin geleneklerini hatırlatır.Ancak Osman Hamdi beyin kimi portrelerinde de kravat ceket gibi Batı’ya özgü ama o dönemde İstanbul’da moda olan giysileri de görmek olasıdır. Resimsel sorunların başarıyla çözüldüğü “Kaplumbağa Terbiyecisi” ve “Yeşil Camide Kuran Okuma” adlı yapıtları, kompozisyon açısından yalnız onun değil Türk resim sanatının da başyapıtları arasında yer alır.Osman Hamdi Bey müze-i hümayün ü kurduktan sonra arkeolojik kazı ve araştırmaları da gerçekleştirmiştir. Nemrut Dağında İnceleme yapan O.Puchstein’ın 1882 de verdiği rapor üzerine ertesi yıl heykelci Yervant Oksan ve iki yabancı uzmanla birlikte oraya giderek bir araştırmaya girişmiştir.Osmanlı döneminde, bir Türk yönetiminde gerçekleştirilen bu ilk araştırmada İÖ.62-32 arasında Kommagene Kralı olan 1.Antiokhos’a ait tümülüsün çevresindeki kabartma, heykel ve yazıtların fotoğrafları çekilerek kalıpları alınmıştır.Osman Hamdi Bey buradan dönüşte, İslahiye yakınlarındaki Zincirli’de de bazı Hitit kalıntıları saptamış, orada da kısa süreli bir araştırma yapmıştır.Onun en önemli arkeolojik etkinliği 1887 de gerçekleştirdiği Sayda kazısıdır. Sayda’da bazı mezarların bulunduğu haberi üzerine müze görevlilerinden Dimosten Baltacı ile birlikte oraya gitmiş ve Fenike krallarına ait bir yer altı mezarlığında kazı yaparak 20 den fazla lahit ortaya çıkartmıştır. Aralarında ünlü İskender Lahiti, Ağlayan Kadınlar Lahiti, Satrap Lahiti, ve Likya Lahit’inin bulunduğu sanat bakımından çok değerli bu yapıtlar İstanbul’a Müze-i Hümayun’a getirtilmiştir.Osman Hamdi Bey 1891-1892 yıllarında da Milas Yakınlarındaki Antik Logina kentinde kazı yapmıştır, Hekate Tapınağı’nı bulmuş, burada ele geçirilen kabartmaları müzeye kaldırtmıştır. Kendi gerçekleştirdiklerinin yanı sıra müze-i hümayün adına başka kazıların yapılmasına da ön ayak olmuştur.Örneğin kendi oğlu Edhem Eldem (1882-1957) ile Fransız Saloman Reinach’ın 1899-1902 arasında görevlendirildikleri Aydın/Tralles kazısı, 1905’de kardeşi ve kendinden sonra müze müdürü olan Halil Ethem Eldem’in yönettiği Aydın yakınlarındaki Alabanda ve 1906 da Samsun yöresindeki Akalan kazıları, gene aynı yıl Makridi Bey’in Suriye’de yaptığı Rahka ve H.Winckler’le birlikte gerçekleştirdiği Boğazköy kazıları müzeye pek çok değerli yapıtın gelmesini sağlamıştır.Osman Hamdi Bey 'in Türk arkeolojisi ve müzeciliğine yaptığı başka bir hizmet de 1874 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni (eski yapıtla yönetmeliği) değiştirmesidir.Bu yönetmeliğin eski yapıtları koruma ve yurt dışına kaçırılmasını engelleme konusundaki yetersizliğini görerek hazırlattığı ve 13 şubat 1884 de kabulünü sağladığı yeni yönetmelikle, kazı yapana ve arazi sahibine bulunanlardan pay verilmesi hükmünü ortadan kaldırtmış ve eski yapıtların yurt dışına çıkarılmasına yasal bir engel getirmiştir.

Gürel, Peyami

Peyami Gürel sanat ifadesi soyuttur. Resimlerde sık sık yinelenen dairemsi form varoluşun ve kainatların döngüsel yapısını ve arzı temsil eden dünyevi küreyi simgeler. Ebedi varoluşun sonsuzca süren dönüşü. Öte yandan soyut sanat içsel dünyaların ve oluşmakta olan varlığın şekilsizliği, şekil ötesinin formlarıyla yol alır. Bu formlar her birey ve algılayana göre değişmekte ve yeniden algı boyutunda biçim almaktadırlar. Görünmeyen alemlerin formları ve elemanlarıdırlar ve dış dünyadan bağımsızdırlar. Mikro kozmos ile makro kozmos’un aynılığını açıklarlar bize. Aynılığın keşfi, bir duyu bulgusu ya da biçimi, iç yolculuktaki yeni frekanslar, titreşimlerin dışlaşması ve estetik dilde aykırı bir kalıntıdır soyut ifade. Her ne kadar formsuz gibi gözükse de soyut ifadenin de temel formları bulunmaktadır ve bunlar artık evrenselleşmişlerdir. Soyut sanat bir öz sorunudur ve resimde stilize olan dışlandıktan sonra büyük öz devreye girer. Soyut ifade madde dünyasındaki kalıpların çözülmesi ve çağrışım uyandıran bir forma dönüşmesi, temanın ortadan kalkmasıyla birbiriyle bağlantısı olmayan resimsel nesnelerin bir oyunu olarak da tarif edilebilir. Soyut resim fenomeni bağımsız bir formun iç dünyadan sürüp gelmesi ve tuval üzerinde açığa çıkmasıdır. Bununla birlikte soyut resimdeki form nesnesinin kendini maskeleyen bir tür konudan başka bir şey olmadığı çok açıktır. Soyut resmin konusu görünmeyen dünya dışı dinamiklerin sürnaturel, dış alemler ve iç alemlerin dinamiklerini barındıran makro kozmos ve mikro kozmos aynılığı yasalarına dayanır. Ruhsal ve tinsel süreçlerin, algı boyutlarının titreşim ve fizik ötesi frekansların ve hallerin kısaca içimizdeki ve dışımızdaki sonsuzun betimlenmesidir. Öte yandan soyut resim ne kadar spontane formsuz gibi gözükse de sanatçının kullandığı fırça uçlarından dökülmüş ve dağılmış düşünce ve hayaller olarak Güzel’in tuvalde yoğunlaşıp ifadelenmesidir. Ve hacimlerini kendi içlerinde taşıyan resmin bütünlüğünü de kurarlar. Soyuttaki bağımsız form iç dünyanın yüksek matematiğine dayanır. Bu nedenle soyut resim sezilebilir bir dünyayı betimler. Algı boyutundaki nesneler cansız görülen dünyanın canlı elemanları olurlar ve resmin konusunu oluştururlar. Bu yeni tasarılar yeni fantaziler olarak vardırlar ve betimdeki mekanlar olmayacak şeyler vadisinin düzeni içinde seyrederler. Algı boyutlarının açılımları, ruhsal dünyanın titreşimleri, trans halindeyken beliren nesneler dış uzay ve üst uzay betimleri gerçekte katlana katlana gelen varlığın modalitesidir.
IV
Peyami Gürel resim dilinde varolan bir yaratıcıdır. Resim diline geleneğimizdeki sanatsal ifadeleri taşıma yürekliliğiyle hareket eden ve orada yeni bir senteze ulaşmak için nesnelerin karmasından sıyrılıp ultra biçime varmaya çalışan bir sanatçıdır. Bu açıdan doğaya değil de Exemplum’a göre çalışan ortaçağ sanatçılarını andırır. Ortaçağda sanatçılar önce gelenekle ondan sonra gerçekle ilişki kurarlardı. Peyami Gürel de geleneksel sanatımızın mirasçısı olarak bu sanatın tikel yanları yerine tipik yanları ya da plastik değerleri üzerinde durmaktadır. Sanatçının tuvallerinde ışık bile açık seçik plastik haçimlerin analiz ve sentezine hizmet eder. Geleneksel sanata hayat vermeye çalışırken öte yandan onu aşmaya çalışır.Peyami Gürel estetiğinin en temel yönlerinden biri hat ebru tezhip formlarından yola çıkarak yeni bir dile ulaşmasıdır. Geleneksel formlardan çağdaş formlara varan bu estetik dille Gürel: Tarihsel estetik imgenin yenileşmesi, değişmesi ve yeni bir form alışına doğru hareket ederken kendi göstergelerini de bize tanıtmaktadır. Bu göstergeler biçimsel olduğu kadar tematik, tematik olduğu kadar da felsefi ve düşünseldir de. Sanat ifadesi sanatçıya göre sadece form düzeyinde kalan bir olgu değildir. Bu alaşımı sağlayan duygu ve akıl birliğidir en başta. Ve bu birliğin bir dili olmalıdır ki bir söz ya da kelamdır önemli olan. Çünkü sonuç olarak resim sanatı da bir dildir. Geleneğimizin zengin mirası sanatçının zengin duyu verileriyle buluşunca ortaya çıkan görsel estetik boyutta bir keşfin yaşandığına tanıklık yaparız. Ebru’nun spontane normlarını akılcı bir biçimde resim diline taşımak ve resim teknikleriyle kaynaştırmak, öte yandan Ebru’nun yapısında bulunan doğal oluşumu resim dili ile pekiştirmek. Estetik bir sentezde varılan bu noktada sadece biçimsel bir varış değil ancak ‘Anlam’ çok önem taşımaktadır. Peyami Gürel’in burada yaptığı geleneksel dilden çağdaş dile anlam kurgusu bize yeni bir buluşmanın ve estetikte yeni bir dilin muştusunu vermektedir.
Sanatçıda anlam boyutu se mbollerle ilerler. Ebru, hat, tezhip eksenli çıkış noktaları ile kendi geometrisini kurar. Hat’ın grafiksel ölçülü sistematiği, tezhip’deki ölçü ve mantık, Ebru’daki spontane oluş ve gizli matematik tasarlanan estetik dilin merkezlerle bütünleşmesini sağlamaktadır. Burada önemli olan bu geleneksel formlara katılan sanatçının yaratıcı zihin yorumu ve özgün bakışıdır. O açıkça yeni bir dilin ardındadır. Yeni dil arayışı ise zihninin ve yönelişlerinin yeni formlarını keşfetmek anlamını taşır. Kendi taze bakış açısına ve yaklaşımına ulaşmak ve resim sanatı teknikleriyle harmanlayarak mekana değin yeni bir söylem başlatmak. Sanatçıda açığa çıkması gereken algı ve duygu boyutları onun estetiğinin çekirdeğini oluşturmaktadır. Bu kendini bırakış halinde evrenle bir uyum ve bu uyum sonucu kendinde gizli olarak bulunan potansiyellerin ve yönelişlerin açığa çıkmasıdır aynı zamanda. Gayp aleminin gizli elemanları tuvalde şekillenmekte ve belirmektedir böylece. Bu belki iç dünyasında büyüyen bir sevgi duyumu potansiyeli olduğu kadar güneş sisteminde var olan dairemsi gök cisimleri ve üst-uzayda yaşayan göksel canlı formlara bir çağrışım yapmaktır. Sanatçı Peyami Gürel için duyular üstü görünmez alemin elemanları tanımamız gereken ve bu dünyaya tamamlayan elemanlardır. Subjektif bir sınırlama getirdiği tuvallerinde sık sık tanıklık yaptığımız dairemsi form sanatçının iç boyutu ile yüzleşme, ilksel dünyalara bir gönderme, varoluşun ilk halleri, yaradılış boyutundan sadece bir kesittir ve bir iç uyum elde etme ve öz benliğimizi dönüştürebilmekle de ilgilidir. O klasik bir çağdaş olarak eserlerinde her birimizi doğuştan donanımlı olarak geldiğimiz kainat bilgilerini benliğimizi aşarak ulaşmamız gerektiğine inanan bir mistiktir.

pablo picasso

Pablo Picasso, 25 Ekim 1881 tarihinde, İspanya' nın güneyinde, Malaga' da büyük beyaz bir evde, saat 23.15' te dünyaya geldi. Doğumu oldukça zor olmuş, dünyaya geldikten sonra uzunca bir süre nefes alamayınca amcası Dr. Don Salvador burnundan hava üfleyip soluk alıp verme refleksinin başlamasını sağlamıştır.Endülüslü tanınmış bir aileden gelen babası Don Jose Ruiz zeki, kültürlü, güzel konuşan, ancak biraz üşengeç bir ressamdı. Sanat enstitülerinde resim öğretmenliği yapıyordu. Yemek odası dekorasyonunda uzmanlaşmıştı. En sevdiği motifler kuş tüyleri, yapraklar, papağanlar, leylaklar ve özellikle de güvercinlerdi. Pablo, babasının model olarak kullanmak için beslediği güvercinler arasında büyüdü. Dokuz yaşında iken Don Jose, kendisinin başladığı bir resmi Pablo' nun mükemmel bir şekilde tamamladığını görünce paletini ve fırçasını oğluna armağan ederek onu ressam olarak yetiştirmeye karar verdi. Çocukluk döneminde güvercinler kadar babası ile birlikte her yıl gittiği corridaya (boğa güreşi) karşı hayatı boyunca büyük bir tutku besledi.Don Jose' nin 1891' de İspanya' nın kuzeyinde La Corugna' da sanat okulunda resim öğretmenliğine başlamasından sonra Pablo burada tüm resim tekniklerini öğrenmiş, ancak 11 yaşına gelmesine rağmen okuma, yazma ve hesaplamada en temel bilgileri kavramada güçlük çekmişti. Diploma sınavını öğretmenlerin yardımı ile geçti. Bu tarihlerden itibaren yaptığı yakın akrabalarının portreleri sanatsal yaşamında büyük bir sıçrama noktasına ulaşmış, kendi deyimi ile Rafael kadar güzel resimler yapmıştır. Bundan sonra resim yapmak onun için bir yaşam biçimine dönüşmüştür.1895 yazı başında tatil için ailece Malaga' ya dönerlerken Madrid' de mola verirler. Don Jose oğlunu Prado Müzesi' ne götürür. Pablo, Velasquez, Zurbaran, Goya, El Greco gibi büyük ressamların eserlerini derin bir şaşkınlık ile izler. Müzede gördükleri Pablo' nun resim yeteneğini geliştirmesinde çok önemli rol oynayacaktır.Okul mevsimi gelince bu kez yine kuzeyde kalan Barselona' ya yönelirler: Babası Güzel Sanatlar Okulu' na atanmıştır. Katalanca konuşulan bu şehirde Fransız etkisi hakim olup kültür-sanat çok gelişmiştir. Pablo, zengin, verimli, canlı bir şehir olan Barselona' yı çok sever.On dört yaşında iken yetenekleri ve babasının israrı sayesinde katı gelenekleri olan, esas olarak antik sanat eğitimi veren La Lonja' ya kabul edilir. Akademide Manuel Pallares adındaki bir ressamla dost olur. Bu dostluk ona okulun zahmetli derslerinden çok daha fazlasını kazandıracaktır.1897 sonbaharında tek başına (biraz da üstüne fazlaca düşen babasından uzaklaşmak için) Madrid' e gider. Krallık Akademisi' nin yarışmasına katılır. En az Barselona' daki kadar şaşkınlık uyandıran bir başarı kazanır. Bir gün içerisinde derslerin hepsini olağanüstü başarı ile tamamlamıştır. Kışı Madrid' de yalnız, beş parasız ve aç geçirir. Kendini tümüyle resme verir, burada hemen tüm sanat akımlarını tanıyarak kendine özgün bir biçem bulmaya çalışır.1898 baharında hastalanınca Barselona' ya geri döner. Ressam dostu Manuel Pallares onu kendi köyüne (Horta de San Juan) davet eder. Bu gerçekten Pablo' nun kır hayatı ile ilk karşılaşmasıdır. Yıllar sonra bile: "Bildiğim ne varsa, hepsini Pallares' in köyünde öğrendim", diyecektir.1899 baharında Barselona' da genç şair Jaime Sabartes ile tanışır, yıllar içerisinde Sabartes onun en sadık dostu, hayat arkadaşı ve yardımcısı olacaktır. Bir süre Els Quatre Gats (sahibi tarafından Montmartre' nin ünlü kabaresi Le Chat Noir' ın anısına bu ad verilmiş) kahvesine devam eden Pablo, burada genç müzisyenler, şairler ve isyancı siyasetçiler ile tanışır ve 1 Şubat 1900 günü ilk sergisini açar: İnce uzun salonun sigara dumanı ile kararmış duvarlarına 150 kadar desen iğne ile tutturulmuştur.1900 yılı Ekim ayında Pablo bu çevreden yakasını kurtarmak için, yeni dostu Carlos Casagemas ile Paris' in yolunu tutar. O yıllarda Paris resmin başkenti olarak ün salmıştır. Picasso tek kelime Fransızca bilmediği halde, diğer bir sürü ressam gibi ucuz yemek, eğlence ile canlı tartışmaların merkezi Montmartre' a yerleşir. Birkaç ay içerisinde başta Louvre olmak üzere müzelerin tümünü gezer. İzlenimcileri, Degas, Toulouse Lautrec, Van Gogh ve Gauguin' i inceler. Fenike ve Mısır sanatına hayran kalır. Kış ortasında dostu Casagemas çektiği aşk acısı yüzünden kafasına tek bir kurşun sıkarak intihar eder. Derin bir keder içerisinde, arkadaşının naaşını Barselona' ya bırakıp 1901 ilkbaharında Paris' e geri döner. Bu kez Clichy bulvarı 130 numarada küçük bir oda tutar. Burada yaptığı resimlerinde "Mavi Dönem" başlamıştır. El Greco' nun etkisinin görüldüğü bu dönem resimlerinde konuların basit duygusallığına rağmen biçimsel yönden değişim dikkati çekmektedir: İnsan figürlerinde vücut, eller, ayaklar ve parmaklar uzamış, mavinin tüm tonları ağırlıklı olarak çalışılmıştır. İskelet kemikleri çok belirgindir. Bu dönemde imza annesinin adı olan Picasso'yu kullanmaya başlar.Bu arada çağın en büyük yontucusu Rodin' in yapıtlarını görmesi onun yaşamına yeni bir boyut kazandırmış ve ilk kez plastik çalışmalara başlamıştır.Haziran ayında resim tüccarı Ambroise Vollard' ın galerisinde Picasso' nun tuvalleri sergilenir. Bu sıralarda genç şair ve sanat eleştirmeni Max Jacob' la tanışır. Onun doğruluğuna, yargılarının özgünlüğüne, parlak coşkusuna hayran kalır. İspanyol ressam arkadaşları ile birlikte gündüzleri Max' ın küçük, soğuk otel odasında şiir dinler, akşamları Montmartre' ın kabarelerine takılır, arada -bilet bulabilirse- Moulin Rouge' a gider.1904 yılına kadar Barselona ile Paris arasında bir çok kez mekik dokur. İki şehri de büyük bir aşkla sevmekte, birini ötekine tercih edememektedir. Parasızlıktan arkadaşı Max Jacob' un odasına taşınır. Tek yatakları ve tek bir silindir şapkaları vardır. Bunları ortaklaşa kullanırlar. Max geceleri -Picasso çalışırken- uyur, gündüzleri işe gittiğinde yatak Picasso' ya kalır. Açlık ve sefalete rağmen arkadaşlarından memnundur.1904 yılında fırtınalı ve yağmurlu bir akşamda yeni taşındığı atölyenin (Bateau-Lavoir) girişinde Fernande Olivier ile tanışır, ona aşık olur. Kısa bir sonra kız atölyeye yerleşir. Picasso onun binlerce resmini yapar. Ancak parasızlık yüzünden zor günler geçirirler. Isınmak için kömür bile alamazlar. Picasso, geceleri kafasının üzerinde sallanan bir gaz lambası ışığında, gaz satın alamadıysa sol elinde tuttuğu mum ışığında resim yapar.Picasso çalışabilmek için her zaman yalnızlığa gereksinim duymuş, ama arkadaşsız yaşamayı da becerememiştir. Şiirden çok hoşlandığı için dostlarının çoğu şairdir. 1905 yılının sonbaharında yarı İtalyan yarı Polonyalı, coşkulu şair Guillaume Apollinaire ile tanışır. Bu yıllarda Picasso' nun resimlerinde muhtemelen Fernande' nin etkisi ile "Pembe Dönem" başlamıştır. Ayrıca haftada bir arkadaşları ile sahne arkasında buluştuğu Medrano sirki ile ilgili resimler yapar. Bu dönemde daha önce hiç olmadığı kadar "nü" ile ilgilenir. Artık resimlerinde pembe renk ağırlıklıdır. Figürler daha güzelleşmiş ve bakımlı bir hal almıştır.Heykeltraş Paco Durio ve Manolo Hugue, ressam Canals ve şair Max Jacob Picasso' nun resimlerini koltuklayıp satmak üzere yollara düşerler. Çünkü Picasso resimlerini halka göstermeyi reddetmekte, yapıtlarını anlayabilmek için kendisine aptalca sorular yönelten insanlardan sıkılmaktadır. Öte yandan tabloları satın alabilecek güçteki amatör koleksiyon-cular Picasso' ya ilgi duymaya başlamıştır. Bunlar arasında Leo ve Gertrud Stein resimlerinden o kadar etkilenirler ki bir çırpıda sekiz yüz franklık tablo satın alıverirler. 1906' da beklenmedik bir olay gerçekleşir: Galerici Ambroise Vollard pembe dönem tuvallerinin bir kısmı için iki bin frankı gözden çıkarır. Haziran başında Yunanlı politikacı Venizelos' un oğlunun tavsiyesi üzerine Fernande ile birlikte Barselona yakınında İspanya Pireneleri' nin eteklerindeki Gosol kasabasına tatile giderler. Gosol Picasso için yeni bir dönemin başlangıç yeri olur. Her zamankinden daha güçlü bir istekle resim yapmaya koyulur. Konu olarak yine insanları, manzaraları ve evleri seçer. Ve Fernande' nin dingin güzelliğini. Yaz sonunda birlikte Paris' e dönerler.1906 yılı sonlarında Picasso artık yalnızca resim ve desen alanında değil, heykel ve gravürde de tanınmaya başlamıştır.1907 Temmuz' unda Trocadero' daki Antropoloji Müzesi' nde gördüğü Afrika maskeleri ve heykelleri onu derinden etkiler. İnsanoğlu ile doğa arasındaki ilişkinin apaçıklığı, korku, şiddet, sevinç gibi duyguların dolaysız anlatımı onu allak bullak eder. Biçimler son derece basit ve geometriktir. Bundan böyle yaşayacağı dönüşümün ilham kaynağı belli olmuştur. Bu dönemde ürettiği ilk resim Gertrude Stein' ın portresidir.1907 sonunda, Picasso birkaç ay önce başladığı dev tabloyu bitirmek için atölyesine kapanır. Sonunda kapıyı açınca resmi gören dostları şaşkınlık içerisinde kalırlar. Resim rönesanstan bu yana süregelen tüm kurallara karşıdır. Matisse, büyük ressam kızgındır! Pablo' nun yakın dostu Braque: "Bu bize üstüpü yedirmek ya da gazyağı içirmek istemen gibi bir şey!" der. Picasso' ya her zaman körükörüne bağlı olan Apollinaire bile dostunu eleştirir. Dahası atölyeye onunla birlikte gelen tanınmış bir sanat eleştirmeni, kibarca kendisini karikatüre vermesini öğütler. Onu sadece bir kişi destekler: İleride 20. yüzyılın en büyük modern resim taciri olacak olan Alman koleksiyoncu Kahnweiler. Skandal yaratan tablonun başlangıçta ismi "Le Bordel [genelev]" dir. 20. Yüzyılın en büyük sanat akımlarından biri olan "Kübizm" in başlangıç noktası olacaktır. Birkaç yıl sonra resme "Avignonlu Kızlar" ismi verilir.Resmin yarattığı skandal ve eleştiriler Picasso' nun dostluklarını etkilemez. Daha düzenli çalışmaya başlamıştır. Bütün gününü resme ayırmakta, geceleri eğlenebilmektedir. Artık Montmartre yerine, Montparnasse' da "La Closerie" adlı birahaneye takılmaktadır. Çünkü burada yeni bir edebiyat topluluğu yanısıra ressam, heykeltraş ve müzisyenler haftalık ateşli toplantılar yapmaktadır.1908 sonbaharında arkadaşı Braque' ın ilk kübist resimleri sergilenir. Aynı zamanda Picasso' da onun gibi donuklaştırılmış yeşil-kahverengi tonlarla basit geometrik şekillerden oluşan figürler ve manzaralar resmetmeye koyulmuştur. Bu iki dost uzun yıllar �kübizm� akı-mının baş oyuncuları olurlar. Bu yıllar Picasso' nun en yaratıcı dönemi olarak kabul edilir.1909 Temmuz' unda Fernande ile birlikte arkadaşı Pallares' in köyü olan Horta de San Juan' a giderler. Geçen on yıl içerisinde köyde hiçbir değişiklik olmamıştır, ancak bu kez yaptığı peyzajlar tamamen farklıdır. Var olan manzarayı olduğu gibi tuval üzerine geçirmek yani kopyalamak yerine yalın geometrik şekiller ile özgürce yorumlamaktadır. Cezanne' ın deyimi ile doğayı silindir, küre ve koniler ile işlemektedir.Horta' dan çok sayıda tuvalle dönerler. Tacir Vollard hemen bunları galerisinde sergiler. Halk genel olarak bu yeni kübist eğilimden pek hoşlanmasa da tabloların çoğu satılır. Picasso hayranlarının sayısı artmış, bu gruba Ruslar, Almanlar ve Amerikalılar da eklenmiştir. Picasso daha üç yıl öncesine kadar içerisinde bulunduğu sefaletten kurtulmuştur.1909 Eylül' ünde Fernande ile birlikte Clichy Bulvarı 11 numaradaki büyük, aydınlık atölye-eve taşınırlar. Evin pencereleri okyanus kadar büyük bir çayırlığa bakmaktadır. Yaşam biçimleri ve çevreleri kökten değişmiştir. Ama buna rağmen Picasso evi ıvır zıvırlarla doldurmaktadır. Gitarlar, acaip şekilli şişeler, değişik renkli bardaklar, duvar halıları, Afrika maskeleri ile hayranlık duyduğu ressamların (Matisse, Rousseau, Cezanne) tabloları evin içerisinde darmadağın durmaktadır. Picasso kendisinin de her zaman söylediği gibi ince beğeniden ve uyumdan hiç hoşlanmamaktadır.1910 yazında Picasso ve Fernande İspanya-Fransa sınırında Pireneler'in eteklerinde son derece sevimli bir kent olan Ceret' de şair ve sanatçı arkadaşları ile birlikte konaklarlar. Daha sonra buraya üst üste üç yıl gelirler. Son gelişlerinde Pablo ve Fernande ayrılır.Picasso Fernande' den sonra onun arkadaşlarından Eva (asıl adı Marcelle Humbert) ile flört etmeye başlar. Onunla Güney Fransa' ya giderler. Dönüşte Avignon' a yakın bir villa kiralarlar. Braque ve eşi de onlara yakın bir yere yerleşir. İki ressam burada kübizmin en zengin ürünlerini verirler. Picasso olağanüstü çalışma isteğine yeniden kavuşmuştur. Yaptığı tablolarda aşkını ifade eden (Ma Jolie "Güzelim") gibi (o sıralarda çok sevilen bir şarkı ismi) sözcükler de kullanır. Bu arada yine Braque ile birlikte ilk kez kolaj tekniğini geliştirirler; buldukları gazete ve duvar kağıtlarını resimlerine derinlik boyutu oluşturacak şekilde yapıştırırlar.1912 Sonbaharında Picasso ve Eva Montparnasse'a taşınırlar. Le Dome, La Closerie des Lilas ve La Couple gibi meşhur kahvelerde dünyanın her yerinden gelen sanatçılar ile arkadaşlık ederler.1 Ağustos 1914' te Fransa ile Almanya arasında savaş başlayınca arkadaşları Braque, Apollinaire, Leger ile Derain askere alınırlar. Pablo İspanyol olduğu için silah altına alınmamıştır. Savaş tam da kübizm büyük bir ivme kazanmışken patlak vermiştir. Geride onunla kalan tek arkadaşı Max Jacob manastıra kapanır. Eva ise hastadır, giderek zayıflar, korkunç acılar çektikten sonra 14 Şubat 1915' te hayata gözlerini yumar.Paris' te yapayalnız kalan Picasso, kübizme ve resimlerine hayranlık duyan Jean Cocteau ile tanışır. Onunla birlikte ünlü Rus koreograf Sergei Diaghilev' in dünyaca ünlü bale grubunun yeni oyununda dekor ve kostüm çizmek üzere Roma' ya gider. Diaghilev yeni projesinde modern sanat ustalarının dansa katılımını arzu etmektedir.17 Mayıs 1917 tarihinde, Paris' te sahnelenen "Sürrealist" Parade balesi hiç de coşkulu karşılanmaz. Birkaç ay sonra Diaghilev, grubu Barselona' ya götürür. Picasso da onlara eşlik eder. Dansçılardan bir Rus generalinin kızı olan Olga Kokhlova' ya aşık olmuştur. Onun olağanüstü güzel bir resmini yapar. 12 Temmuz 1918' de evlenirler, Paris' in lüks bir semtinde ev tutarak, yeni dostlarını ağırlarlar. Picasso artık eski dostları ile pek az görüşebilmektedir. Apollinaire ağır bir gribe yakalanır, hayata veda eder. Picasso bu sıralarda belki de karısı Olga' nın etkisi ile resim biçemini de değiştirir. Tam bir geri dönüş yaparak klasik resme başlar. Eleştirmenler onu kübizme ihanet etmekle suçlarlar.Şubat 1921' de ilk çocukları Paulo doğar. Picasso oğluna hayrandır. Karısını da çok sevmektedir. Ancak bu yeni kentsoylu hayattan memnun değildir. 1925 yılına kadar klasik resim yapmaya devam eder, ancak bu resimler kübizmin kazanımlarını da kullanan başka bir figüratif içeriğe sahiptir. Bu tarihte Picasso herkesi şaşkına çeviren bir resim ile klasik dönemine son verir: "Dans". Yeni tabloda şimdiye kadar görülmemiş bir şiddet hakimdir. Dansçıların kolları, bacakları çekiştirilmiş, yüzlerindeki çizgiler dört bir yana savrulmuş gibidir. Ürkünç yüzler, yele gibi saçlar, çivi gibi parmaklar. Muhtemelen artık iyi gitmeyen evliliği yüzünden patlama noktasına gelmiştir. Öte yandan 1924' ten bu yana giderek yaygınlaşan "Gerçeküstücülük" akımının çekim gücüne girmiştir: Bilinç altındaki tüm düşler kargaşa yaratacak bir güzellikte resmedilmektedir.1927 Ocağında soğuk bir kış günü metro çıkışında galeri "Lafayette" e alışveriş için giden Marie-Therese' yi görür. Hemen yanına giderek: "Ben Picasso, birlikte çok büyük işler yapacağız", der. Onun dingin güzelliğine çılgınca aşık olur. O tarihe kadar adını dahi bilmediği bu ressam Marie-Therese' nin güzel yüzünün binlerce resmini yapar. Bu resimlerde çıplaklık ön plandadır Ancak bu tutkulu ilişki yıllarca gizli kalacaktır.1931 yılında Paris yakınlarında güzel bir konak satın alır. Mutluluğu yeniden yakalamanın heyecanı ve arkadaşları Louis Fort ve Gonzales' in teşviki ile gravür ve heykel atölyesi kurar.Olga ile geçimsizlikleri artık dayanılmaz bir noktaya ulaşmıştır, 1935 yılı Haziran' ında ilk kez karısı ve oğluna yaz tatili için eşlik etmeyerek Paris' te kalır. Marie-Therese ise hamiledir. Picasso kendini çalışmaya verir. Destek olması için çağırdığı arkadaşı Sabartes de yanına gelir, Picasso' nun ölümüne kadar onun en yakın dostu ve sırdaşı olur.Birkaç ay sonra Marie-Therese ona bir kız çocuğu doğurur: Maya. Ancak ondan bir türlü ayrılmak istemeyen Olga yüzünden sinirleri bozuktur. Kolay kolay işe yoğunlaşamaz. Bir mektubunda: "Bu hayatımın en kötü dönemi." der. Herkesten uzaklaşarak şiir yazmaya başlar.1936 yılında İspanya' da General Franco ile cumhuriyetçiler arasında iç savaş çıkar. Falanjistlerin zulmüne karşı Avrupa' nın her yerinden aydınlar destek vermektedir. Ancak haberler kötüdür. 1 Mayıs 1937' de kuzeydeki küçük Bask şehri Guernica' ya Franco' nun hizmetindeki Alman bombardıman uçakları insanlık dışı bir saldırı yaparak bin kadar masum insanı katleder. Picasso' dan Paris' te yapılacak sergide Cumhuriyetçileri temsilen bir resim yapması istenir. O da Guernica vahşetini resmetmeye karar verir. İki ay içerisinde 20. yüzyılın en güzel resmini tamamlar. Bu arada çalışmasını fotoğraflarla belgeleyen Dora Maar' a kapılır. Uzun bir süre Marie-Therese ile onun arasında gidip gelir.İkinci dünya savaşının başlamasından bir süre sonra Paris işgal edilir. Picasso, Guernica yüzünden Nazi' ler tarafından pek sevilmemektedir. Bir gün evine arama yapmak üzere Gestapo gelir. Bir Nazi subayı masanın üzerinde Guernica' nın fotoğrafını görünce sorar: "Bunu siz mi yaptınız?" Picasso yanıtlar: "Hayır, siz yaptınız!�"1944 ilkbaharında dostu Max Jacob Almanlar tarafından götürüldüğü yahudi toplama kampında öldürülür (10).24 Ağustos 1944 sabahı, Paris özgürlüğüne kavuşur. Savaştan sonra Fransa, İngiltere ve Amerika' dan binlerce hayranı Picasso' yu görmek üzere ziyaret eder. Ziyaretçiler küçük gruplar halinde atölyeye alınabilmektedir.1945 sonbaharında iki yıldır tanıdığı ressam Françoise Gilot ile yaşamaya başlar. Birlikte Güney Fransa' ya kendi deyişi ile "manzarası"na giderler. Picasso yeniden mutluluğu yakalamıştır. Françoise' nın sayısız portresini yapar. Ayrıca geçmiş ustaların (Rembrandt, David, Velasquez, Delacroix, El Greco, Poussin, Courbet, Manet) ünlü resimlerinin tekrar yorumu gibi konulara dönmüştür.1949 yılında Picasso' dan üyesi olduğu Komünist Parti tarafından Paris' te düzenlenen Barış Kongresi için bir afiş yapması istenir. Yaptığı güvercin resmi Avrupa' nın bütün kentlerinde duvarları kaplar ve barışın simgesi olur. Françoise' dan doğan ikinci çocuğunun ismini de Paloma (İspanyolcada güvercin demek) koyar. 1956 yılında Macaristan' ın Sovyetler tarafından işgaline kadar politik faaliyetlerine devam eder (8)1948' den beri yaşadığı Vallauris' te seramik ve çömlekçiliğe merak sarar ve bu konularda da herkesi şaşkınlıklar içerisinde bırakacak şeyler üretir. İki çocuğunun resimlerini yapar. 70 yaşına ulaşmasına rağmen her hareketi enerji ve canlılık doludur. Çocukları ile oynar, denize girer. Hayatının en mutlu günlerini geçirmektedir. Ancak bir süre sonra Françoise Picasso' dan ayrılır. İki çocuğunu da yanında götürür. Bütün bu üzüntü yetmiyormuş gibi kendisini bir sinema yıldızı gibi izleyen gazetecilerden bunalmıştır.Yeni sevgilisi Jacqueline Roque' la Cannes sırtlarında denize bakan "La Californie" adlı villasında gözlerden uzak bir yaşam sürmeye başlar. Sadece yakın arkadaşları ile görüşür.1958 yılında bir gün Picasso dostu Kahnweiler' e telefon eder: "Saint Victoire' yi satın aldım!." Cezanne' ın dağı betimleyen tablolarından birisinin söz konusu olduğunu düşünen Kahnweiler: "Hangisini" diye sorar. Oysa Picasso Vauvenargues şatosu ile Saint Victoire dağının Cezanne' nin resmettiği 800 hektarlık kuzey yamacını satın almıştır. Artık yerini soranlara: "Cezanne' da oturuyorum", demektedir.14 Mart 1961 tarihinde Jacquelin Roque ile evlenir. Cannes' e sekiz kilometre uzaklıkta küçük bir kasaba olan Mougins yakınlarındaki bir tepedeki çiftliğe yerleşir (4).1 Mayıs 1970' de son yıllarda yapmış olduğu resimleri Avignon' daki Papalar Sarayı' nda sergilenir.Fedakar dostu Jaime Sabarte' nin yardımları ile Barselona' da açılan Picasso Müzesi' ne neredeyse tüm gençlik yapıtlarını hediye eder.8 Nisan 1973' te ölüm haberi gelir. Daha yaşarken ölümsüzlük mertebesine ulaşan Picasso herkesi bir kez daha şaşkınlık içerisinde bırakıp gitmiştir.

Schiele, Egon

Desen çalışmalarıyla ünlü bu Avusturyali, Ekspresyonist (dışavurumcu) ressam, 1890 yılında Viyena'da doğmuş ve birçok eleştirmene göre kendi özgün stilini tam olarak geliştiremeden,1918 yılında, henüz 28 yaşındayken ölmüştür. Grafit, kurşun kalem ve suluboyayı kağıt üzerine kullandığı çalışmalarında, genelde portreler üzerine çalışır. Figürler kırılgan, çoğu zaman hastalıklı, çoğu zaman fakir ve hüzünlüdürler. Buna rağmen çizgilerinde yüzen güçlü bir enerji, yer yer erotizme dönüşerek, yer yer yaşama sevgisi olarak karşımıza çıkar. Figürlerini gerek teknik sebeplerle, gerek sembolik olarak fondan, beyaz, suluboya bir çizgiyle ayırır. Gustav Klimt 'ten yoğun olarak etkilenmiş olsa da, özellikle figür tekniğini önün ötesine götürebilmiştir. Hayatı ve kişiliği tartışmalı olsa da, yeteneği ve desen tekniğine getirdiği enerji, tartışılmazdır.Yaşamı 12 Haziran 1890, yılında, Vienna, Avusturya'da doğdu. Annesi, zengin bir banker ailenin kızı, babası ise bir demiryolu istasyonunun yöneticisiydi. Yaşadıkları küçük kasabada (Tulin) ilkokul bulunmadığı için, ilkokulu dayısının ve teyzelerinin yanında; önce Krems, sonra Klosterneuburg kentlerinde okudu. Yazları ziyaret ettiği ailesi arasında kızkardeşi Gerti ile (bazı biyografilerde ensest ilişki olarak yorumlanan) büyük bir yakınlık bulunmaktaydı. Egon 14 yaşındayken babası aklı dengesini kaybetti ve ertesi yıl öldü. Ekonomik bir kriz yaşayan annesi, oğlunu Viyena'da yaşayan ağbisinin yanına, bankerlik öğrenmesi için gönderdi.Yıllardır annesinin desteği ile resim yapmaya alışmış ve bunu seven Egon, dayısının tüm itirazlarına rağmen Gustav Klimt'in devam etmiş olduğu Vienna Güzel Sanatlar ve Zanaat Okuluna başvurdu; buradan reddedilerek, daha geleneksel bir sanat eğitimi veren Güzel Sanatlar Akademisine refere edildi. Akademinin giriş sınavlarını büyük başarıyla kazandı ve 1906 yılında, 16 yaşında, akademi öğrencisi oldu. Hemen ertesi yıl hayranı olduğu Klimt'i ziyaret ederek yaptığı eserleri gösterdi. Klimt, genç sanatçıdaki büyük yeteneği görerek onu desteklemeye başladı. Desenlerini satın aldı, sponsorlarla tanıştırdı, evindeki toplantılara davet etti ve Sezession grubuna bağlı sanat atölyesi olan Wiener Werkstütte ile tanıştırdı. Schiele, kıyafet ve ayakkabı tasarımından kartpostala kadar çok çeşitte ürün çıkardıktan sonra 1908 yılında; Klosterneuberg'de ilk grup sergisini açtı.1909 yılında 3. sınıfı bitirdikten sonra Akademi'yi bıraktı ve kendi stüdyosunu açtı. Bazı biyografilere göre bu dönemde pornografi kolleksiyoncuları için ürünler yaratarak geçimini sağladı. Atölyesine sık sık ve serbestçe gelen küçük çocukların erotik olan ve olmayan resimlerini yaptı. Bu nedenle 1912 yılında tutuklandı ve bir ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı.1915 yılında Viyena'nın Galerie Arnot galerisinde açtığı ilk kişisel sergisi için hazırladığı posterde kendini St. Sebastian olarak göstermiş olması ve gösteriş şekli; narsizm, teşhircilik ve kınanma duygularıyla savaştığının; bu savaşı kaybetmeye başladığının işareti olarak gösterilir. Gene 1915 yılında stüdyosunun karşısındaki evde oturan Edith ve Adele isimli iki kardeşle tanıştı. İkisi ile de yaşanan bir flört döneminden sonra, Edith ile (ailelerinin itirazına rağmen) evlendi. Evlendikten 4 gün sonra askere çağırıldı.Savaş alanından ve savaşın yarattığı yokluklardan uzak geçen bir askerlik dönemi yaşayan sanatçı, savaşa rağmen, Avusturya'nin önemli ressamlarından biri olarak ün yapmaya devam etti. Avusturya'nin, savaştaki tarafsızlıklarını koruyan İskandinav ülkeleri önündeki imajını geliştirmek için devlet tarafından düzenlenen resim sergisinde eserlerini sergilemesi istendi. 1918 yılında gerçekleşen Sezession'un 49. sergisinde baş ressam olması önerildi. Duyuru posterinde kendisini son akşam yemeğini yiyen İsa olarak resmettiği sergi, savaşa rağmen büyük başarı kazandı. Shiele'nin desenlerinin fiyatı kat kat arttı ve sayısız portre komisyonu aldı. Edith ile birlikte daha lüks bir atölyeye taşındılar, ancak mutluluk kısa sürdü. Ekim 19,1918 'de Edith, karnında taşıdığı bebek ile birlikte hayata veda etti. Karısının ve çocuğunun ölümüne sebep olan İspanyol gribine yenik düşen Schiele de 31 Ekim 1918'de vefat etti.

Macke, August

Ressam ve heykelci olan Alman asıllı Fransız ressam Ernst, gerçeküstücülüğün gelişmesine katkıları olmuş ve sanatta usdışını savunmuştur. Sağır ve dilsizlere eğitim veren bir ilkokul öğretmeninin altı çocuğundan sonuncu olarak Brühl’de dünyaya geldi. 1909 yılında Bonn Üniversitesi’nde felsefe öğrenimi görmeye başladı. Öğrenimi sırasında akıl hastalarının yaptığı resimlerden etkilenerek resim yapmaya yöneldi. Picasso, Chirico ve August Macke’nin yapıtları Ekspresyonist akımlara yakınlık duymasına yol açtı. I.Dünya Savaşı sırasında Alman ordusunda görev aldı. Savaş sonrasında Jean Arp ve Johannes Theodor Baargeld’le birlikte Köln’de “Dadamax” adındaki topluluğu kurdu. 1920’lerde ilk kolaj ve fotomontajlarını gerçekleştirdi ve Burada “Her şey Hala Yüzüyor” (Fatagaga) adlı bir kolaj dizisi yaptı. Andre Breton, Picabia’yı ziyaret etmek için Paris’e geldiğinde Ernst’in kolajlarını gördü ve çok etkilendi.1920 mayısında Paris’te bir Ernst sergisi düzenlendi. 1922 yılında Paris’e yerleşti. Aralarında Andre Breton, Paul Eluard, Louis Aragon, Philippe Soupault, Robert Desnos, Benjamin Peret gibi yazarların bulunduğu gerçeküstücü gruba katıldı. 1925’de ilk gerçeküstücüler sergisini düzenledi. Aynı yıl frottaj tekniğini yarattı. Frottaj çalışmalarıyla kısa sürede tanındı ve ertesi yıl Draghilev’in isteği üzerine Joan Miro ile Rus Baleleri topluluğunda Romeo ve Juliet’in dekorlarını hazırladı. 1931’de ilk New York sergisi Julien Levy’yi açtı. Sonraları New York’ta Fantastik Sanat, Dada ve Sürrealizm sergileri açan Ernst, toplam kırk sekiz resim sergilerdi. 1934’ten sonra heykel çalışmalarına ağırlık verdi. Resimde olduğu gibi heykelde de doğaçlama teknikleri kullandı. II. Dünya Savaşı sırasında Paris’i işgal eden Naziler tarafından şehri terk etmeye zorlanan sanatçı, 1941 yılında ABD’de yaşayan oğlu ressam Simmy Ernst’le üçüncü eşi olan koleksiyoncu ve galeri sahibesi Peggy Guggenheim’in yanına gitti. 1941-1944 yılları arasında New York kentinde Breton ve Marcel Duehamp’la VVV dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. 1953’te Paris’e döndü. Bir yıl sonrada Venedik Bienali’nde büyük ödül kazandı. 1958’de Fransız uyruğuna geçti, bir yıl sonra Fransız Ulusal Sanat Ödülü’nü aldı. Önemli Yapıtları: Celebes Fili, Dostların Buluşması, Erkekler Bunu Bilmeyecek, Bülbül Tarafından Tehdit Edilen İki Çocuk, Bütün Kent, Uçak Yutan Bahçe, Yağmurun Ardından Avrupa, Evli Kadının Tuvaleti, Gece Dönüş, Bir Karmelit, Olmak İsteyen Küçük Kızın Rüyası, Papa Düşmanı, Bir Mutluluk Haftası yada Yedi Kapital Element, Canavarlar Okulu İçin, Rüzgarın Gelenekteki Karısı, Aile Meleği.

Klimt, Gustav

1862-1918 yılları arasında yaşamış, art nouveau üslûbuna yakınlaşan resimleriyle tanınan avusturyalı ünlü ressam. Film de aynı Klimt gibi çarpıcı desenler, parlak renkler, sevgililer, hem zengin hem de çökmüş düş dünyasını birebir yansıtıyor. Viyana Üniversitesi için yaptığı resimler, pornogrofik oluşu ile ilgili aldığı eleştirilere duyduğu vurdumduymamazlık. Hayat görüşü filmde oldukça iyi bir şekilde yansıtılmış. Bazı sahnelerde etrafta dolaşan çıplak kadınlar abartılı gelse de, film bir insanın kaç yüzü olduğu konusunda durup düşünmemizi sağlıyor. Gustav ve kadınlar... Tutucu anne ve ablası, çocuklarının anneleri ve Klimt’in onlar karşısındaki gülüp geçen rahat tutumu. İnsanı biraz daha vurdumduymazlığa, huzura ve yaratıcılığa çağırıyor. Veronica Ferres´in oyunculuğu ve Nikolai Kinski´nin Egon Schiele´yi canlandırması filmi görmek için geçerli sebeplerden. Saffron Burrows’un DIE TÄNZERIN rolündeki büyüleyici güzelliği ise dillere destan olabilecek nitelikte. Fakat filmin küçük bir handikapı Klimt’i tanımayan bir seyircinin onu yalnızca, pornografik, kadın delisi,sapkın bir kişilik olarak tanınmasına neden olabilir. Filmin bir çok sahnesinde ortaya çıkan çıplak genç kızlar bazılarına antipatik gelebilir. Aslında Klimt’in resimlerindeki kadınlar çıplaklıktan çok daha fazla şeyi temsil ederler. Klimt erotizmi cesur, bir o kadar kırılgan ve ustaca yorumlar. Resmettiği figürlerde, kadınların hepsine kendinizce bir geçmiş yazabilirsiniz. Klimt'in kadınları çoğu kez çıplaktır ve çıplak, gerçektir. Resimlerdeki bu çıplak kadınlar, doğurganlıklarıyla sonsuzluğu da temsil ederler. İnsanda, yaratıclık, çoşku, aşk gibi duyguları uyandıran film. Klimt’in sanatsal hırsını isteğini tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor.

Gauguin, Paul

Modern sanatın öncülerinden olan Gauguin, 1848 yılında orta halli bir ailenin çocuğu olarak Paris 'te dünyaya gelmiştir. Üç yaşındayken ailesiyle birlikte Güney Amerika 'ya gitmiş ve yedi yaşına kadar Peru 'da yaşamıştır. Belki de, çocukluğunda yaşadığı bu tecrübe nedeniyle hayatı boyunca uzaklara özlem duyacaktır. Paris 'e döndükten sonra, 1865 yılında deniz kuvvetlerine katılmış, 1871 yılında buradan ayrılarak borsada çalışmaya başlamıştır.Başarılı bir kariyer ve düzenli bir aile hayatına sahip olan Gauguin, bu sırada izlenimci ressamların eserlerini toplamaya başlamıştır. Ancak onun resme duyduğu ilgi, bir koleksiyoner olmakla sınırlı kalmayacak; hafta sonlarını resim yapmaya ayırarak başladığı bu amatör uğraşı, onun sanat tarihinin en dikkat çekici isimlerinden birisi olmasına yol açacaktır. 1876 yılında, izlenimcilerin bilge büyüğü Pissarro 'yla tanışmış ve aynı yıl Salon sergisine bir resmini yollamıştır. Nihayet, 1883 'de sadece resim yapmaya yoğunlaşabilmek için mesleğini terketmiştir. Bu dönemde Monet, Sisley ve Pissarro etkisi altında izlenimci resimler üreten Gauguin, 1880 - 1886 arasındaki izlenimci sergilerin dördüne katılmıştır. Ancak, resim tutkusu ailesinin geçimini sağlamasına yeterli olmayınca işinden sonra ailesini de terketmek zorunda kalmış ve 1886 yılında Kuzey Fransa 'ya Pont Aven 'e giderek burada uygarlıktan ve şehrin karmaşasından uzakta resim üretmeye yoğunlaşmıştır. 1888 tarihli Yakup 'un Melekle Mücadelesi bu döneme ait önemli çalışmalarından birisidir. Pont Aven 'de genç sanatçı Emile Bernard ile birlikte sentetizm adını verdikleri yeni bir resim üslubunu geliştirmiştir. Bu; iki boyutlu resimde üç boyut hissini vermek için kullanılan göz aldatıcı teknikleri bir yana bırakan dekoratif bir üsluptur. " Renk iki boyutlu bir tabaka olarak imgenin kapladığı alanı örtecek biçimde sürülüyor ve kalın dış çizgilerle sınırlanıyordu. " [RİCHARD, L.; Ekspresyonizm Sanat Ansiklopedisi, s.24] Breton resimleri Gauguin 'in sanatında yeni bir dönemi ortaya koyar ve onun halk sanatı ve ilkel sanata olan ilgisini yansıtır. Dönemin diğer önemli sanatçılarıyla da arkadaşlıklar kuran Gauguin, 1888 'de Arles 'a giderek bir süre Van Gogh 'un yanında çalışmış ancak iki sanatçının arasındaki uyuşmazlıklar üst seviyeye çıkınca buradan ayrılmıştır. Sembolist edebiyat ve resim çevresiyle ilişki içerisinde olan Gauguin, bir süre Paris 'te kaldıktan sonra tekrar Breton bölgesine dönmüş ve bu dönemde, baş yapıtlarından birisi olan Sarı İsa 'yı gerçekleştirmiştir.Bu arada uzak dünyalara olan özlemi giderek artmaktadır. Nihayet, 1891 yılında Tahiti 'ye gitmek üzere Fransa 'dan ayrılır. Uygarlıktan uzak bu cennette Gauguin, yerli halk ile birlikte yaşamış ve sanatsal üretimine yoğunlaşmıştır. Konusunu yerli halkın günlük yaşamından alan resimlerinde üslupsal gelişimini, klasik bir anlatım biçimine dönüştürmüştür. Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz? (1897) adlı resminde sanatçı yaşamın kökenini, aşkın ve ölümün anlamını sorgulamaktadır.1893 Temmuz 'unda Paris 'e dönen Gauguin 'i, 1895 'de yeniden Tahiti 'de görürüz. Burada çok sayıda resim ve ahşap heykel üretmeye devam etmiştir. Resimleriyle 20. yüzyıl sanatını derinden etkileyen Gauguin, 1903 yılında yaşlı kıtadan çok uzaklarda, uygarlığın henüz kirletmediği bir yeryüzü köşesinde yaşama veda etmiştir.

Degas, Edgar

Hilaire Germain Edgar Degas, 19 Temmuz 1834'de Paris'te, zengin bir Fransız-İtalyan ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası Auguste Degas, Napoli ve New Orleans'da da şubeleri olan Degas Padre e Figli adlı bankacılık şirketinin Paris şubesini yönetiyordu. Resim sanatına ilgisi küçük yaşta, babasıyla zamanın önemli koleksiyonerlerine yaptıkları ziyaretler sırasında oluştu. 1853 yılında liseyi bitirdiğinde ressam olmayı aklına koyan Degas, aile işini devralmasını isteyen babasını memnun etmek adına hukuk okuluna kaydolsada, zamanını Louvre'da Primitifleri kopya etmekle geçiriyordu. Kısa süre sonra okulu bıraktı ve Louis Lamothe'tan ders almaya başladı. Bu arada Paris'teki Güzel Sanatlar Okulu'na girdi, ancak sadece bir dönem okula devam etti. Dönemin ünlü koleksiyonerlerinden Edouard Valpinçon'un onu Ingres'le tanıştırması hayatının dönüm noktalarından biri oldu. Bazı resimlerinde büyük etkisi olan Ingres ona doğayı bırakıp ustalardan kopya yapmasını tavsiye etti ve çizime verdiği önemi aşıladı. Sonraki yıllarda sanatın bir yalan olduğu iddasını ısrarla savunan Degas, bu düşüncesinin etkisiyle sürekli yeni teknikler araştırmış, ilerleyen yaşlarında bile ustaların eserlerinin kopyasını yapmayı bırakmamıştır

Da Vinci, Leonardo

Öncü bir dahiydi. En az sanatı kadar bilimsel çalışmalarıyla da 15. yüzyıl ve sonrasını aydınlattı. Yaşamı hala tam anlaşılamayan sırlarla dolu Leonardo Da Vinci, ateşi evrendeki en büyük güç sayıyordu. Adının her hecesi de “ateş” anl***** geliyordu.Yalnızca Rönesans’ı temsil eden bir şahsiyet değil, onun biçimlenmesini sağlayan bir yaratıcı. İlahi güzelliği, keskin zekası, çalışma azmi ile döneminin ressamlarını gölgede bırakan evrensel insan. Hala tam anlaşılamamış olaylarla dolu 67 yıllık yaşamında son sözleri, Goethe gibi “biraz daha ışık” değil “biraz daha zaman”dı. Daha yapacak çok şey vardı ve zamanın yetmediğine üzülüyordu. Yaş***** ve işlerine bakarsak göreceğimiz şey şudur: “O zamanının çok ilerisinde yaşadı ve yaşıyor.”“Beş duyu ruhun yöneticileridir.”Asıl adı “Lionardo” olan ve arşiv belgelerine göre yaşamı boyunca “di Ser Piero da Vinci” olarak adlandırılan Leonardo’nun yaşamı ile ilgili rakamsal notlar ya da bağlantılar, büyükbabası Antonio’nun torununun doğum tarihini 15 Nisan 1452, Cumartesi, saat 22:30 diye not düşmesiyle başlıyor.Leonardo doğumundan sonra annesinin evinden alınır ve annesinden ayrı, onu hiç tanımadan büyür. Varlıklı bir ailenin çocuğu olmanın tadını çıkardı diye düşünenlerin aksine çok zor bir çocukluk geçirir. Buna karşılık hayatına çocukluğu ile ilgili çok fazla şey yansıtmaz, belli ki üzerini örtmüştür. Hiçbir zaman “anne” kelimesini ağzına almayacak ve ileride kaleme alacağı notlarında ondan sadece ismiyle, kısaca “Caterina” diye söz edecektir.Ailenin çocuğa ilgi gösteren tek üyesi Francesco Amca sayesinde büyük bir merakla doğaya ilgi duymaya başlar. Bir yandan hayal gücü, bir yandan doğa. Goethe’nin “Hayat, en iyi olarak canlı aracılığıyla öğretilir.” Sözünü amcası ona daha o dönemlerde aşılar. Yakaladıkları böcek, sinek ve kelebekleri inceleyerek canlı doğa hakkında bilmediği birçok şeyi öğrenir. Aynı zamanda ne kadar çok şey görürse, o kadar çok şey öğreneceği gerçeğini de. Kısa bir süre sonra doğduğu yerden ayrılarak ailesinin yerleştiği Floransa’ya gider. Burada edebiyat ve müzik okulunda eğitim almaya başlar.“Göz bütün dünyanın güzelliklerini kavrar.”Leonardo adının içindeki zengin heceleriyle çok güzel bir ritmi vardır. Taşıdığı gücü gizlice bu hecelerin içine yerleştirmiş. Bunu çözmek için küçük bir formül: “Lion-nar-do” Bu gücü anlatan üç ayrı kelime. Aslında “ateş”i anlatan eşanlamlı kelimeler. Biraz daha açtığımız zaman “lion” (aslan) ateş grubunun burcu, “nar” Arapça’da ateş, “do” (od) yine ateş anlamında. Leonardo’nun evreni dört elementle tanımlayışında ateş diğer tüm elementleri içine alan, en büyük güç olarak karşımıza çıkıyor. Leonardo’nun adı da bu evrensel gücü bize hissettiriyor. Doğuştan solak olup da aynı zamanda sağ elini kullanabilen kaç kişi tanıyorsunuz? Peki bu özelliklere sahip kaç ressam vardır? Leonardo sahip olduğu özellikler sayesinde özgün ve etkileyici olmayı başardı. Bu yeteneğinin elbette farkındaydı ve bunun onu farklılaştıracağını, diğer pek çok ressamdan ayıracağını biliyordu. Günlüklerini sağdan sola ve tersten yazabiliyordu. Tüm bunlar zaten gelişmiş olan beyninin her iki korteksinin faaliyetlerini de hızlandırıyordu.“Tek başınayken her şey sana aittir, yanında birisi varsa yarısı sana aittir.”Leonardo, 1483’te bilinen ilk kompozisyonu “Kayalıklar Madonnası”na başlar. Epey karmaşık bir metafizik resmi sayılan bu eserinde alışılmışın dışında bir düzenleme yapar, yepyeni bir perspektif yaratır. Uzaysal perspektif ile dağınık ışık kullanarak konunun biçimini değiştirmeyi başarır. “Kayalıklar Madonnası”nın (1483-1486) tamamı Leonardo’nun eseridir.Bu dönemde salgın hastalık iki yıl içinde on binin üstünde ölüme neden olur fakat Leonardo bu salgından kurtulur. Defterlerini de işte bu tarihte yazmaya başlar. Leonardo’nun notlarında iki önemli özellik göze çarpar. Birinci özellik tersten yazması, ikincisi ise yazılar ile çizimler arasında ilişki kurmasıdır. Bu defterlerden günümüze yalnızca otuz bir tanesi ulaşabilmiştir.İlk gençlik çalışmalarının ardından kuşlara benzettiği masalsı uçan makineler çizer. Anatomi çizimleri bu tarihlerde başlar. İnsan anatomisi ile çok ilgilenir. Canlı hayvan incelemeleri yanında, insan kadavraları üzerinde diseksiyon çalışmalarına da yönelir. İleride anatomi ile ilgili 1500 çizimden oluşan muazzam koleksiyon ortaya çıkaracak Leonardo’nun kalp ve dolaşım, üreme, solunum, sindirim ve sinir sistemlerine ilişkin incelemeleriyle geçirdiği bu yıllar onun araştırma ve deneylere ayırdığı en verimli dönemdir.“L’Ultima Cena” (Son Akşam Yemeği)Leonardo, Milano’daki Santa Maria dele Grazie Manastırı yemekhanesi için “Son Akşam Yemeği” freski siparişini alır. İtalyanların deyişiyle “L’Ultima Cena” (Last Supper) adlı eser büyük bir talihsizlik nedeniyle günümüze sağlam ulaşamaz. Kullanılan tekniğin amacına hizmet edememiş olması en büyük talihsizliktir ve Leonardo’yu da içinden çıkılamaz bir sıkıntıya sokar. Bir dizi desen çalışmalarının ardından freske başlar, iskeleler kurulur. Gece gündüz bu resme devam eder. Şafak sökmeden uyanır, güneş batana kadar durmadan çalışır. Bazen de “Son Akşam Yemeği”nin önünde durur tek bir fırça sürmeden, sadece düşünerek gününü geçirir. Ona göre “yüce ruhlar ara sıra daha az çalışmakla daha fazla şey yaratırlar, çünkü onlar ruhlarında ide’yi ararlar.”Aradan bir yıl geçer ama Leonardo resmi söz verdiği halde bitiremez. Fresk hızlı çalışmayı gerektirir ama onun detaycı ve titiz tavrı buna engel olur. Gölge ve ışığı birleştiren yeni tekniğini uygulamaya başlar ama kullandığı malzemeler ayrı zamanlarda kuruduğundan istediği sonuca çabuk ulaşamaz. Bitireceği tarih devamlı ertelenir. Resmin her aşamasında sabırla ve derin bir araştırmayla çalışır. Seçilmiş her bir figür için önceden kişilik analizleri yapar. Yaklaşık üç yılda tamamlanan bu resim (1495-1497) insan dehasının mucizelerinden biri olarak tarihe adını yazar.“La Gioconda” (Mona Lisa)Francesco del Giocondo’nun eşi Lisa Gherardini 1503-1506 yılları arasında Leonardo’ya modellik yapmasaydı, acaba “Mona Lisa” (La Gioconda, La Joconde) ortaya çıkar mıydı? Herhalde çıkardı. Çünkü Leonardo kafasında tasarladığı resim için model arayan birisi idi. O olmasaydı mutlaka başka bayana poz verdirecekti. Güzel bir kadın olan Mona Lisa’ya alışılmışın dışında bir yöntemle poz verdirdiğini bilmemizde fayda var. Modelini hoş tutmak için müzik dinletmiş, yeni enstrümanlar getirtmiş onu eğlendirmek için çeşitli oyunlar oynatmıştı. Onun tüm bu çabalarındaki amacı eserin baş kahramanı kadına ustalıkla yaklaşarak kafasındaki profili yüklemekti.Kadınsı bir ifadeye sahip ancak ne kadın ne erkek gibi algılanabilen bir insan duruyor karşımızda. Başının büyüklüğünün ifadeyi güçlendirdiğini düşünmek mümkün. Figüre bakan kişiye göre yüzünün sol tarafı hüznü ve yaşlı birini, sağ tarafı ise mutluluğu ve genç bir insanı yansıtıyor. İki elin üst üste duruşu özellikle dikkatleri ele çekmek içindir. Bir anlamca iki elini kullanabilen bir ressamın bilinçli olarak dikkati modelin ellerine çekmesi şeklinde yorumlanabilir. Vücut duruşu ise tıpkı arka planda görünen yol kıvrılışı gibidir. Bize göre baş, sağa yani bize doğru bakar, gövde ters yöne yani sola, üstte duran sağ el sağ yöne doğru çeker bizi, sol el ise ters yöne.Eser kimine göre dört yılda tamamlanır, kimine göre ise tamamlanmadan bırakılır. Biçilen değer ise henüz yapım aşamasında iken bile en yüksek düzeylere ulaşır.Son DönemleriYaşamı boyunca 30’u insan olmak üzere, 100’ü aşkın kadavrada yaptığı anatomik diseksiyon çalışmaları sonucunda 779 anatomik çizim gerçekleştirir. Bu çalışmalara 1506’da başlar ve 11 yıl sürdürür. En yoğun dönemi 1513 yılında başlar. Fakat ölülerle çalışmasına yasak konunca ister istemez çalışmaları yavaşlar. Gerçeğe en yakın portresi 63 yaşında iken yaptığıdır. Hayatının son yıllarını Fransa’daki Cloux Şatosu’nda geçirir. Kral François onunla çok yakından ilgilenir. Sağlığı günden güne bozulan Leonardo da Vinci’yi en çok üzen şey ellerindeki eklem iltihabıdır. Sağ elini artık kullanamaz ama çizmeye devam eder. Son günlerini cömert bir kralın sunduğu güzelliklerle geçirir.Cloux Şatosu’nda 15 Nisan’da, 67. doğum gününün ardından vasiyetini hazırlar, 2 Mayıs günü vefat eder. Son nefesini verirken yanında Kral François ve en sadık dostu Francesco Melzi vardır. Francesco ölüm anında şöyle düşünür: “Leonardo gibi bir insanı doğanın bir daha yaratmaya gücü yok.”Leonardo’nun İlkleri- Sanat ve bilimin kenetlenmesi tarihte ilk kez Leonardo ile bu kadar güçlü oldu.- Resimde klasik üslubu zirveye ulaştırdı.- Bir doğa parçasını resmin esas konusu yapan ilk Batılı sanatçıydı.- İlk kez resme kişiliği getirdi. Birbirine benzer yüzler yerine farklı karakterlerdeki yüzleri resmetti.- Tutkal boya yerine ilk kez yağlıboya kullandı.- Yeni perspektif anlayışı getirdi.- Sfumato tekniğini ilk kez kullandı. Gölgeden ışığa doğru yeni bir geçiş yaptı, biçimlerin gizemli bir yarı gölgeden yavaş yavaş çıkmasıyla üçünü boyut yanılsaması yarattı.- İlk kez sağdan sola ve tersten, ancak ayna tutularak okunabilecek notlar yazdı.- “Mona Lisa”da kullandığı boyutla farklılık yarattı.- Görmeyi fotoğraf makinesinin mantığıyla açıklayan ilk kişi oldu.- Görme duyusuyla ilgili sinirlerin, gözün arkasından çıkıp beyine ulaştığını ilk gözlemleyen anatomici oldu.- Modern karşılaştırmalı anatomi disiplinine öncülük etti.- İnsan vücudunun parçalarını kesitler halinde ilk o çizdi.- Kalbin ilk kez sağ ve sol ventrikül ayrımını ortaya koydu.- Sol ventrikül duvar kalınlığının, sağ ventrikül duvar kalınlığına oranla yaklaşık üç kat fazla olduğunu saptadı.- Öküz kalbi kullanarak ilk yapay kalp modelini hazırladı.- Beynin ve kalbin odacıklarının görünüşünü ilk o ortaya koydu.- Rahimdeki bebeğin hiç bilinmeyen bilimsel çalışmalarını o yaptı.- İnsan vücudundaki oranları belirledi ve “altın oran” ile doğada da aynı oran dengesini buldu.- İlk teleskopu Leonardo’nun yaptığı düşüncesi kesinlik kazanmasa da “Manuscript F” olarak bilinen cep defterindeki çizim bunu düşündürmektedir.- Yeni makineler üretti, makinelerin doğa ile yakınlığını araştırdı.- Çok detaylı ve gerçekçi haritalar hazırladı.- Bitkilerde yaprak düzeni sistemini ilk tarif eden kişiydi.- Botanik bilimine öncülük yaptı.- Bir ağacın yaşının, gövde kesitindeki halkaların sayısına eşit olduğunu tespit etti.

Cézanne, Paul

Fransız ressamı. Sonradan banka müdürü olan bir şapkacının oğlu. Orta öğrenimini Bourbon lisesinde (!852-1858) yaptı.Orada Emile Zola ile tanışıp arkadaş oldu. Birlikte şiirler yazdılar tatillerde Aix kırlarında uzun gezintiler yaptılar. Cezzane resim dersi veren bir okula devam etti, sonra bir gün babasının yerine geçebilmek amacıyla hukuk öğrenimine başladı. Babası adı verilen bir yazlık ev aldı. Cezanne orada bir atölye kurdu. Zola 1860 ‘ta Parise gitti; Cezzanede onun ardından Paris’e gitmek ve ressam olmak istediğini babasına söyledi. Babası oğlunu 1861’de oğlunu Paris’e götürerek Güzel Sanatlar okulunun giriş sınavlarına hazırlanmak üzere İsviçre akademisi adlı okula yazdırdı Fakat Paul Cezzane çok geçmeden sıla özlemi çekmeğe başladı. Eylül’de yurduna dönerek babasının bankasında bir işe girdi. Tekrar resme başladı, babasının ve arkadaşı Cüce Achille Emperaire’nin portrelerini yaptı.1862’de kendini bütün bütün resme vermek amacıyla Paris’e dönme kararı aldı. Babası ona küçük bir aylık bağladı. Cezanne her gün Zola ile buluşuyordu. İsviçre akademisinde Guillaumin ve Pisarro ile tanıştı. Sıkı bir sanat tutumu vardı. Koyu renkler kullanıyor, boyayı çok kalın sürüyordu. Fakat, yeni arkadaşlarının etkisi altında açık renkler kullanmağa başladı geçimsiz olması arkadaşlarını ondan uzaklaştırıyordu. Zaman zaman umutsuzluğa kapılıyor, sık sık Aix’e çakiliyordu.1866’da devlet sergisine ilk defa bir eserini gönderdi.Eser kabul edilmedi.Ömrünün sonuna kadar gönderdiği resimlerin hiçbiri bu sergiye kabul edilmeyecekti.Yalnız bir defa arkadaşuı Guillemet, bir eserini sergiye kabul ettirdi ama bu resim de kimsenin ilgisini çekmedi. Cezzane, Hortanse Fiquet ile tanıştı ve ondan bir oğlu oldu.1870 Savaşı patlak verdiği zaman, Cezzane, Provence’ da bulunuyordu.Estaque’ da anesinin evinde Hortense ile yaşıyor, manzara resimleri yapıyordu. Sanatı gelişmişti, renkleri daha canlıydı, boyayı daha ince sürüyordu.1872’de yeniden Paris’e gitti, Louvecinnes’ de Pisarro’ nun yanında çalışmaya başladı (Balıkçı Köyü, Coeur Volant yolu, Şarap pazarı.)Auvers-sur-Oise’ a yerleşti, orada doktor Gachet ile tanıştıve eseri bakımında bir dönüm noktası olan Asılmış Adamın Evi’ni (1873) yaptı (Louvre)İzlenimcilerin ilk sergisine Auvers’da Manzara, Modern bir Olympia v.b ile katıldı(1874).portresini yaptığı Victor Chocquet adında bir resim sever kendisiyle ilgilendi (1876). İzlenimcilerin üçüncü sergisine tenkitçilerin ve halkın tepkisine yol açan onaltı resim yolladı. (1877).Sonra Medan’e yerleşen Zola’nın yakınında, Melun’ de ve Seine kıyısında çalışmağa başladı.Cezzane, Paris bölgesinde çeşitli manzaralar ve natürmordlar yaptıktan sonra yeniden Provence’ a döndü ve dünyadan elini eteğini çekti 1884 ‘ Horstense Fiquet ile evlendi ve marsiyalı Monticelli ile resim yapmağa başladı.Zola’nın yayımladığı L’Oeuvre (Eser) adlı roman arkadaşlıklarına son verdi: Cezzane romanda Lantier adlı kişinin kendisi olduğu sanmıştı. Babasının ölümünden sonra (1886), Cezzane, karısıyla oğlunun Pariste oturmak istemelerine rağmen Aix’ te kaldı.Sainte-Victorie dağından çeşitli manzaralar yaptı, yalnız sanatı için yaşıyordu.Tablolarında duyguların canlılığına kompozisyon titizliği,ritm ve düzen katmak, tabiatın asıl yapısına, Ayrıntıların ötesindeki özüne varmak istiyordu.Ambroise Vollard, 1895’ te onun eserlerinden derlenmiş önemli bir sergi açtı ise de halkın anlayışsızlığını yenemedi: Cezzane’ın tablolarıyla birkaç amatör ilgilendi. Cezzane, 1899’da resimlerini Bağımsız Ressamlar sergisine verdi.adı tanınmağa başladı.Emile Bernard Charles Camoin gibi genç ressamlar ona akıl danışıyorlardı.Cezzane bazen Paris’e gidiyor.Fontainebleau ormanında çalışıyodu.Bir ara, Birinci Son bahar sergisine katıldı.Önce fovlar, sonra kübistler onu kendilerine usta olarak kabul ettiler.Sözleri ve mektupları üstüne çeşitler yorumlar yaptılar. Hayatının son dönemindeki bazı önemli eserleri:Kağıt oynayanlar (1890), Pipolu adam (1890), Gustave Geffroy (1895), Annecy gölü (1896), Yıkanan Kadınlar (1895-1905), Tezhipli İhtiyar Kadın (1900-1905), Teshipli İhtiyar Kadın (1900-1906)Louvre’ da, Amerika, Japonya ve Avrupa’ nın başlı müzelerinde tabloları vardır.

Bierstadt Albert

Alman kökenli Amerikalı ressam ve fotoğraf sanatçısı.Sanat kariyerine 19. yüzyılın ikinci yarısında başladı. 1853’te eğitim için Düsseldorf’a gitti. Amerikalı ressam Worthington Whittredge ve Carl Wimar ile tanıştı. Sık sık tarih ressamı Emmanuel Leutze’in atelyesine uğradı. Alman ressamları Carl Friedrich Lessing ve Andreas Aachenbach’ın manzara kompozisyonlarına hayran kalan Bierstadt, Düsseldorf ekolünün temsilerinden biri oldu.

ünlü ressamlar

  • Bierstadt Albert
  • Cézanne, Paul
  • Da Vinci, Leonardo
  • Degas, Edgar
  • Gauguin, Paul
  • Gogh, V.W.Van
  • Klimt, Gustav
  • Leighton, L. Frederic
  • Macke, August
  • Marc, Franz
  • Schiele, Egon
  • pablo picasso
  • Gürel, Peyami
  • Hamdi, Osman
  • Hoca Ali Rıza